7 Ekim 2008 Salı

kayıp hikaye


Tren istasyonundan patikaya çıkan yolun hemen köşesindeki evin üst katında oturan bir kadın sabah yağmur yağmadan önce içeri aldığı odunlar ile yemek pişirmekteydi. Ateşi vakit vakit zayıflıyor fakat o buna aldırmaksızın ateşi tazelemek için bir girişimde bulunmuyordu. Adam evine geldiğinde her zaman yemeğini önünde sıcak görmek isterdi, onun için sadece bir çorba içmek yemek değildi ama bu zor günlerde şükrederek masaya oturmasını öğrenmişti. Kimse gelip gitmez olmuştu onlara uzun zamandan beri, takip eden yıllar tıpkı şimdi masanın üzerinde duran porselen tabaklar gibi aşındırmıştı ilişkilerini. Adam hiç konuşmadan sendeleyelerek her zamanki sandalyesine oturdu ağır ağır. Kadın ekmek dilimliyordu o sırada fakat ekmek küflendiği için ayıklaması vakit aldı epey. Adam nasırlaşmış parmakları ile eğilmiş çatalını alıp düzeltti önce, daha sonra kadına baktı ve neden bu kadar uzun sürüyor sanki diye geçirdi içinden. Menüde lahana çorbası vardı bu gece tıpkı bundan önceki gecelerde olduğu gibi. Duvar kâğıtları solmuş karanlık çürümüş evde iki çocuklarını kaybetmişlerdi. Ufak olan henüz bir yaşında iken ateşlenerek ölmüş büyük çocuk ise yedi yaşına henüz girmişken boğularak can vermişti evin arkasındaki dereden eve getirildiğinde. Arkadaşları durumu görmüş, küçük mahallede olay hemen duyulmasına karşın küçüğün zayıf bedeni dayanamamıştı olup bitene. Tüm bu olanlardan sonra kadın ile adam eskisi gibi konuşup paylaşmaz olmuşlardı yaşamı. Adamın da dediği gibi paylaşacak pek bir şey kalmamıştı aralarında. Adam çamaşırhaneden çıkarıldıktan sonra birkaç gün işsiz güçsüz dolaşmıştı, takip eden bir ay içerisinde eski dostu M. Sayesinde demir yolu şantiyesine girdi. Bütün gün güneşin anlında çalışalı henüz birkaç hafta geçmişti ama o kadar yoruluyordu ki bazen eve geldiğinde yemeğini yemeden yığılıp uyuyarak geçiriyordu gününün geri kalanını. Kadın gece kaldırıp yemeğini yedirmeye çalışsa bile küfür edilerek kovalanılıyordu çoğunlukla adam tarafından. Şimdi odayı dolduran tek şey sokakta oynayan çocukların sesleriydi. Ama onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu artık bu sesler, kulaklarında sürekli denilebilecek tuhaf bir uğultu ile yaşar olmuşlardı. Porselen tabaklara dalıp çıkan kaşık sesleri eşlik ediyordu bu yalnızlık şarkısına. Gözleri doldu adamın birden, kaşığı durdu aniden, yutkundu ama yutamadı ağzındakini, sonra karısına baktı öylece, kaşık elinde kalakaldı, yüzünde donuk ekşi bir ifade. Kadın ne oldu diyecek gibi oldu bir an ama vazgeçti sonra belki yemekte sorun diye geçirdi içinden o sırada. Bu sahne takip eden birkaç dakika süresince devam edince, acaba sorun neydi, neredeydi, diye düşünmekten alamadı kendini, sonra aman neyse dedi yine eğdi gözlerini öne kurumuş çekilmiş zayıf yanakları çökmüş yüzü parladı güneşin zayıf ışığında aydınlanan kara kokuşmuş odada. Adam aynı şekilde durmayı sürdürüyordu tüm bunlar olup biterken kadının yüreğinde, değişen tek şey kaşığı eskisinden daha çok sıktığıydı, titremeğe başlamıştı artık eli çok şiddetli. Sonra birden yılların mühürlediği ağzı açılıverdi, belli belirsiz anlamsız bazı sesler çıkardı, çıkardığı sesler karşısında dehşete kapıldı, acaba insanlığımı yitirdim mi ben dedi dehşete düştü. Kaktı masadan kaşığı yere atıp karısının yanına vardı koşar adım. Kadın önce korktu irkildi bir an için fakat adam öyle sıkı sarıldı ki bir anda indirdi gardını, bütünleşti vücutları, uzun zamandan beri hissetmedikleri kadar sıcaklıkla dolup taştı kırgın parçalanmış yürekleri. Adamın dizleri yerde kadın sandalyede oturmaktaydı bu sahne ağır çekime girdiğinde. Düşlerindeki can yakıcı yeşilin çayırlardaki altın sarısı başaklar üzerinde uçmakta olan bir kuş kadar sevecen, bilge ve doymak bilmez aşkları isimsiz oluvermişti birden bire.

Bir beden, öbürü ile ayrılmaz bir bütün şeklinde, tek ruhu paylaşan iki yürek içinde, sessizce yayılan sevgi oldu gönüllerince, sevilmekti sevmekti sevgi idi ömürlerince ihtiyaçları olacak tek kılavuzları sadece...

Hiç yorum yok: